Hamo ve Şemé’nin çocuklarının sitesidir. Ginî aşiret mensubu ; Dersim’den, Sivas Karabel bölgesine, oradan Kayseri Sarız Söbeçimen’e, oradan Kayseri Pınarbaşı Y. Borandere – Kütüklü’ye, oradan da tüm dünyaya dağılmışlardır.

Aile mensuplarımız Özcan, Aslan, Bulut soyadlarını kullanmaktadır.

“Aile, Sivas İli, Zara İlçesi’nin de (eski adı Koçgiri) içinde bulunduğu Karabel yöresinde, Gini aşireti mensuplarının bulunduğu Melülören (şimdiki adı Örentaş) köyünde tahmini 1870’lere kadar yaşamıştır. Zara, Kangal, Divriği ve Ulaş İlçelerinin belli kısımlarını kapsayan Karabel yöresinde Zazaca (Dımılice) konuşan Gini ve Çareki aşiretleri mensuplarının yaşadığı 20‘den fazla köy bulunmaktadır. Örentaş köyü günümüzde neredeyse tamamen boşaldığı için Kangal İlçesi Elalibey köyüne bağlanmıştır.

Ailenin bilinen en eski bireyi Şah İsmail’dir. Şah İsmail yaklaşık olarak kırk yaşlarında Hakk’a yürür. Şah İsmail’in oğlu Bal da takriben babasının Hakk’a yürüdüğü yaşlarda salgın bir hastalığa yakalanır ve ölüm döşeğinde iken oğlu Hamo’ya kimseye temas etmemesini, yiyeceğini alarak hastalık bitene kadar dağdaki bir mağarada yaşamasını öğütler.

Osmanlı kayıtlarına göre Sivas yöresinde; 1822 yılında veba ve kolera, 1838 yılında veba salgını görülmüştür. Yüzbaşı rütbesinde, 1835-1839 yılları arasında Osmanlı’da eğitmen ve tahkimat subayı olarak görev yapan Helmut von Moltke’nin ailesine ve arkadaşlarına yazdığı ve daha sonra kitaplaştırılan mektuplarında (Moltke’nin Türkiye Mektupları – Remzi Kitabevi) 1838 yılında Sivas’ta veba salgını olduğunu yazar. Seydi Özcan’ın kaleme aldığı “ŞEMAN-SÖBEÇİMEN ve AZİZ BABA ALEVİLİĞİ” kitabına göre Hamo’nun doğum tarihi yaklaşık olarak 1800 dür ve salgın sırasında adı geçen kitapta 18-20 yaşlarında olduğu ifade edilmektedir. Bu durumda Bal’ın ölümünün 1822 yılındaki salgınlardan olması çok olasıdır.

Hamo babasının Hakk’a yürümesinden sonra öğüdünü dinleyerek bir iki ay dağdaki mağarada yaşar. Yiyeceği tükenince köyüne döner, bu sırada salgın da bitmiştir. Köyüne dönen Hamo kısa bir süre sonra evlenir ve Haydo adını verdiği bir oğlu olur. Elli-ellibeş yaşlarında eşini kaybedince amcasının torunu Şemê ile evlenir. Evliliğinden kısa bir süre sonra birer ikişer yıl arayla dördü kız üçü erkek olmak üzere tam yedi çocuk sahibi olurlar.

Basit bir husumet yüzünden evi, otu ve ekinleri aynı gece ateşe verilir. Hamo artık yaşlıdır, mücadele edecek gücü yoktur. Kızı Gulê yeni evlenmiştir, kalan çocuklarının en büyüğü Seydi (Apseyd) henüz on üç yaşındadır. Çaresizlik içinde nesi var nesi yok satar ve tahmini 1870 yılında Göksun’a göçer, Göksun ile Andırın arasındaki Meryemçil’e yerleşir.

Oğlu Hasan ile birlikte kış alışverişi için gittiği Andırın’dan dönüşte tipiye yakalanır. Hamo oğlu Hasan’ı yardım çağırması için Meryemçil’e gönderir. Ancak Sünni olan komşuları yardıma gelmezler, Hamo kurtarılamaz. Hamo’nun Hakka yürümesi üzerine evin büyük erkek çocuğu olan Seydi (Apseyd) ağabeyi Haydo’ya haber göndererek ondan yardım ister. Haydo gelir, üvey annesi Şemê’yi ve kardeşlerini alarak Söbeçimen’e götürür.”