ŞEMÉ HATUN (1834 – 1916)
Şemé işinden ve çocuklarından artan zamanı çok iyi değerlendiriyor, birer vesile ile hemen haftada bir, köyün başlıca kadınlarını evine çağırıyordu. Bu görüşmelerde ayrıntılara iniyor, sorunlarını saptıyor, çözümler üretiyordu. Birkaç ayda tüm kadınların güvenini kazanmayı başarmıştı. Kimin başı ağrısa, çocuğu hastalansa, eşi veya komşusu ile bir sorunu olsa, iğne iplik gerekse doğru Şemé’ye koşardı.
Şemé kendinden yaşlı kadınlara karşı bile bir anne ve abla gibi davranabiliyor, onları etkileyebiliyordu. İlişkilerinde ciddi ve tutarlıydı. Muhatabı ile daima arasında belirli bir mesafe bırakırdı. Kadınlarla dedikodulara girmez, istihbarat işlerini belirli kişilere yaptırırdı.
Erkeklerle daha çok Seydi’nin muhatap olmasını sağlar, aynı taktiği onun içinde uygulardı. Seydi’yi mümkün mertebe komşulara göndermez, kendi evinde erkeklerle sohbet etmesini sağlardı. Komşularla günlük temasların ayrıntılarını akşam Seydi ile yeniden tartışır, değerlendirir, bu yöntemle henüz on altı – on yedi yaşlarındaki Seydi’nin hata yapmasını önlemeye çalışırdı.
Seydi’nin akıllı olması yetmezdi. Komşularının onu tüm yönleri ile beğenmelerini, örnek almalarını isterdi. Bunun içinde Seydi’nin daha iyi daha temiz giyinmesi, kazma kürek işlerinde çalışmaması, çoban olup koyun keçi gütmemesi, çift sürmemesi, sadece ticaret ile uğraşması ve her şeyden önce akıllı, saygın bir eşe sahip olması gerekirdi.
Önce Seydi’nin giysilerini değiştirdi. Yedek elbiseler aldı. Değişik giyinmesini, üstünü başını temiz tutmasını, haftada bir banyo yapmasını sağladı. Sonra mecbur kalmadıkça Seydi’yi kazma kürek işlerinde çalıştırmadı. Hasan artık on dördüne geliyordu. Gelişkin ve güçlüydü. Mümkün olduğunca onu çalıştırır, mecbur kalırsa kızlarını seferber ederdi. Civar köylerde bir iş çıktığı takdirde, at bulursa Seydi’yi gönderir, bulamazsa kendisi giderdi. Köydeki alım satım işlerinin, pazarlıklarının kendi evinde yapılmasını, Seydi’nin de aracı olmasını sağlardı. Borç para isteyenlere, hayır denilecekse kendisi ‘’hayır’’ der, verilecekse Seydi’ye verdirirdi. Komşu köylere daha çok Seydi ile gider, köyün en zenginine misafir olur, evine de bunları misafir ederdi. Ağalıkta havalı olmak önemliydi. Şeme’, arzulanan ve gereken havayı yakalamıştı.
Babaannem, babam, annem, amcalarım ve yaşlı komşularımdan, çocukluğumdan itibaren duyup dinlediğim anılarımı yan yana sırladığım zaman, tahsil yapmamış ve herhangi bir eğitim de görmemiş olan, akıllılıkla deliliği iç içe götüren ya da delilikle akıllılığın kesiştiği noktada yer alan Şemé’nin, çağının oldukça ilerisinde büyük bir yetenek olduğu. İnsanları yönetip yönlendirmede köy gerçeklerinden hareketle bazı temel incelikleri yakalayıp sessiz ve derinden üstelik sevdirerek ve benimseterek uzun vadeli politikalar biçiminde uyguladığı sonucuna varıyor, bu karmaşık insanın başlı başına bir araştırma konusu yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Şemé’nin davranışları tüm komşulara son derece doğal görünürdü. Üstelik aylar yıllar geçtikçe Şeme’nin köyde iki sınıf yarattığı belirgin bir hal almaya başlamıştı. Nitekim köyün kuruluşundan beri herkesin birbirine adıyla hitap ettiği, sadece küçüklerin yaşlılara ‘amca, teyze ‘ dedikleri halde, Şemé’den yaşlı olanlar artık Şeme’ Hatun, akranlarıyla kendisinden daha küçük olanlar da Şeme’ Ana demeye başlamışlardı. Şeme’ Hatun köyde saygınlığını kabul ettirmiş, birinci raundu almıştı.
Şeme’ gelişinin ertesi yılında çok iyi beslediği iki öküzünü Nisan başlarında oğlu Seydi ile birlikte yarpuz pazarına götürüp satmış, dönüşte bir miktar da altın eklediği bu parayla civar köylerden yüz elli kadar dişi çebiş ve toklu almıştı. Niyeti bunları oğlu Hasan’a yaydırıp semirtmek, gelecek bahara kuzulayan yarım sürü sahibi olmaktı.
Gerçekten Şemé’nin şansı yaver gitmiş, üç dört yılda koca bir sürü sahibi olmuştu. Kendisi maddi açıdan nispeten iyi bir konuma geldiği halde, komşuları ancak eski durumlarını sürdürebiliyorlardı. Üstelik köyde mevcut on on iki aileden bir kaçını işlerinde çalıştırıyor, geçimlerini sağlıyordu. Şeme’ Hatun artık köyün en zengini sayılırdı. Zira zenginlik, salt büyük servet sahibi olmakla değil, çevresindekilere nazaran daha itibarlı olmak ya da bu izlenimi yaratmaktır. Şeme2 bunları da başarmış, ikinci raundu da almıştı.
Sıra üçüncüsüne, oğullarına ve kızlarına kalabalık ailelerden seçkin eşler bulmağa gelmişti. Şeme’ Hatun bu konuda da bildiğini okudu. Geldiğinin dördüncü yılında atına bindi, tüfeğini omzuna astı, doğru eski köyüne gitti Köyden Hece’ adında fiziği güzel bir kızı aldı getirdi ve Seydi’yle, büyük kızı Naze’yi Kahraman’ın büyük oğlu Ali Kahya ile, ortancı kızı Hece’ de Uso ile everdi. Bu arada Kahraman’ın büyük kızı Besé’yi Hasan’a aldı. Gelecekte Nazé’den Hamza, Murtaza, Nazé ve Hasan, Hecé’den Şah İsmail ve Elif doğacaktı.
Şemé kızlarının evliliğinden potansiyel bir güç oluşturmayı hedefliyordu. Ancak kızı Hece’ ile damadı Uso’yu genç yaşta kaybetti. Buna karşın daha çocuk yaşta iken köyün Kahya2lığına getirilmiş olan Ali ile kayınbiraderi ve bir süre sonra eniştesi olacak Seydi arasında can dostluğu ve dava arkadaşlığı oluşacak, ölünceye dek sürecekti.
Şeme’ inançlıydı. Ama ‘’iyi bir Alevi’’den beklenen, kendisini aşmış ‘’Gelişmiş duygular’’a sahip değildi. Karabel’de nesi var nesi yok yakılarak göçe zorlanmış, bu yüzden eşini kaybetmiş, ufak yetim yavruları ile yabancı diyarlarda büyük acılar çekmişti. Kendisine yapılan bunca haksızlık karşılıksız kalmamalı, herkes yaptıklarının cezası çekmeli, bedelini ödemeliydi. Burası yapanın yanına kar kalanların dünyası olmamalıydı.
İşi Allah’a havale edip ahrete bırakmak, ancak acizlerin, güçsüzlerin harcıydı. Oysa acizlik ona göre değildi. Mutlaka bir şeyler yapmalı, bu cinayetleri işleyenlerin cezasını kendi eliyle ve de hemen vermeliydi. Zira gecikmiş adalet, adalet sayılmazdı. Üstelik ilahi adaletin gerçekleşmesi bazen olabildiğince gecikir, insan ömrünü aşardı. Ahrette de kimin ve neyin ne olacağı bilinmezdi.
Şemé sırf öcünü almak için servetin, şöhretin, tetik çekebilir insanların peşine düşmüştü. Yamuk işler yamuk yöntemlerle, yapılan haksızlıklar karşı haksızlıklarla giderilebilirdi. Evini yakıp yıkan, kendisini köyden göçüren ağalarla, ağalığa kavuşursa savaşabilirdi. Kocasını kurtarmayan Meryemçilli kırpık sakallılarla ancak beş on iyi silahlı ile başa çıkabilir, evlerini başlarına yıkabilirdi. Bunlar tek başına olmaz, çetecilik, dağdaki eşkıyalık da işine gelmezdi.
Düzenin bekçiliğini yapan ağalık Osmanlı’nın himayesine aldığı, özenle koruyup kolladığı imtiyazlı bir müesseseydi. Ağanın canı tatlıydı, kıymetliydi. Ağa kendini korumak için silah da taşır, silahlı da tutar, meşru müdafa bahanesiyle ya da devlete karşı geldi diye düşmanını da öldürebilir, öldürtebilirdi. Maksat çalınacak minarenin kılıfını iyi hazırlamaktı. Ali Osmanlı’nın kanunlarına göre işler yürütülmeli, suçlu duruma düşülmemeliydi. Ateş elle değil, maşa ile tutulurdu.
Şeme’ liderlik niteliklerine sahipti. Önce herkese örnek olabilecek bir yaşam ve davranış sergileyebiliyordu. Yardımsever, mükrim ve müşfikti. Açı doyurur, çıplağı giydirir, darda kalanın imdadına ‘hızır’ gibi yetişir, sorunları çözerdi.
Geleneksel olarak kadınlara yakıştırılmayan bir cesarete sahipti. Korku nedir bilmezdi. Silahı çok iyi kullanırdı. Düşmanına karşı acımasızdı.
Duru bir Kürtçesi, sürükleyici bir üslubu vardı. İnsanları etrafında toplayıp etkilemeyi, yönetip yönlendirmeyi iyi becerirdi. Çevresindekiler güzel hava atardı.
Güç koşulların kadınıydı. Tehlike karşısında panikleyip gerilemez, karalı bir biçimde üstüne giderdi. Torunu Aziz Baba’nın deyimiyle ‘’önüne duvar çıksa pes edip durmaz, ya deler geçer, ya da tırmanır aşardı.’’ Zor anlarda beyni daha hızlı çalışır, etrafını, mutlaka bir çıkış yolu bulacağına inandırırdı.
Buna karşı Seydi, bir Alevi misyoneri, bir insanlık davası adamıydı. Onun da paraya, pula, insanlara ihtiyacı vardı. Ancak amaçları farklıydı. Şeme Ana bunları düşmanlarından alacağı intikam için istiyor, oğlu Seydi ise Alevi cemaatine ve insanlığa hizmet aracı olarak düşünüyordu. Seydi ayrıca, dar anlamda yani istismarına dayanan bir ağalığın aklının köşesinde geçirmediği gibi, kâmil bir insana bir Alevi şeyhine de yakıştırmıyordu.
Neticede Sarız toplumu, insanların geçici duygularına hitap eden ve günlük sorunların çözümüne yönelik davranış biçimleri sergileyen Şemé’yi baş tacı yaptı. Hatunluk, Analık payelerini verdi. Koca aileyi, bir erkeğin adı yerine, geleneklerin aksine, onun adıyla ‘ŞEMAN’ olarak anılmasını sağladı. Buna karşın tüm hayatını Alevi cemaatinin mutluluğuna, insanlığa adayan ve boynunu Osmanlı’nın keskin kılıcı altına uzatan ve servetini sonuna kadar bu uğurda harcayan Seydi’yi ikinci konumda bıraktı. Demek, ‘’kalabalıklar, kalıpların yapısına uygun gürültülerden, şovdan, yaygaradan anlar ve hoşlanırlar’’ diyen ölümsüz Alman düşünürü Nietzsche yerden göğe kadar haklıymış.
Ana oğul arasına girmek ve okuyucuyu etkilemek istemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Eğer yanılmıyorsam, Şemé’yi günümüzde usta politikacılar, büyükbabam Seydi’yi de gerçek aydınlar ya da devlet adamları temsil etmektedir.
Şemé’nin silah talimleri ile büyüyen Aziz Babam, bizleri Apseyd’in öğretisi ile yetiştirmeye çalıştı. Her üçü de nur içinde yatsın.
Seydi Özcan, Şeman – Söbeçimen ve Aziz Baba Aleviliği